Filistin’de işbirlikçi Mahmud Abbas yönetimine muhalif tutumuyla tanınan siyasetçi Nizâr Benât, Filistin Özerk Yönetimi güvenlik güçlerince bu sabah erken saatlerde gözaltına alındı. Kısa bir süre sonra da kendisinin gözaltında yaşamını yitirdiği açıklandı. Ancak ne ailesi ne de Filistinliler bu açıklamaya inanmıyor.
Anadolu Ajansı’na konuşan aile, sabaha karşı evlerine kapıları patlatılarak girildiğini ve Benât’ın evde demir sopalarla darp edildiğini bildirdi. Bu öfkenin nedeni hiç kuşkusuz Benât’ın Mahmud Abbas idaresine yönelik sert eleştirileridir. Benât daha önce de gözaltına alınmış, ayrıca iptal edilen seçimlere de kendi bağımsız listesiyle girmek üzere başvuru yapmıştı.
Öte yandan Batı Şeria’nın farklı noktalarında öğlen saatlerinden itibaren işbirlikçi Mahmud Abbas yönetimini kınayan ve cinayetle suçlayan eylemler başladı. Gösterilere katılan Filistinliler, Arap devrimlerinden duymaya alışık olduğumuz “Eşşab Yurid Iskat En-nizâm” yani “Halk rejimi devirmek istiyor” sloganını atarken, Özerk Yönetim’in polisi gösterilere sert bir şekilde müdahalede bulundu.
Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları olarak, Nizâr Benât’ın katlini kınıyoruz. Bu cinayet işbirlikçi Mahmud Abbas idaresinin Filistin halkının sırtına sapladığı yeni bir hançerdir. İşbirlikçi yönetim Filistin halkının kendisini sandığa gömeceğini bildiği için seçimleri ertelemiş ve Mayıs ayında yoğunlaşan Siyonist saldırılar karşısında hiç bir şey yapamamış olmanın suçluluğu ile karşısındaki güçlere saldırıyor. Ancak bugün sokağa dökülen halkın haykırdığı sloganlar elbet Filistin’de de gerçek olacak ve halk Siyonistlerin yanı sıra işbirlikçilerini de elbet defedecek!
Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları olarak, Mavi Marmara katliamının 11. yıldönümünde İsrail’in İstanbul’da bulunan konsolosluk binası önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Açıklamamıza katılan tüm Filistin dostlarına ve eylemimize yoğun ilgi gösteren basın emekçilerine teşekkürlerimizi iletiyor, eylem sırasında okuduğumuz açıklamayı buradan siz okurlarımızla paylaşıyoruz:
Sayın basın mensupları, Filistin halkının dostu emekçi halkımız,
Bugün, 11 yıl önce Siyonist İsrail tarafından gerçekleştirilmiş bir katliamı telin etmek için buradayız. 31 Mayıs 2010 tarihinde, Filistin halkına yardım malzemesi götüren filonun bileşenlerinden Mavi Marmara gemisi, Siyonist İsrail’in askerleri tarafından Filistin’e doğru seyir halindeyken basıldı. İçindeki yardım görevlilerinden 10’u katledildi. 6 gemiden oluşan bu filo, Siyonist İsrail’in Gazze’deki Filistinliler üzerinde uyguladığı acımasız ve gayrimeşru ablukayı delerek, taşıdıkları 10.000 ton kadar yardım malzemesini ve iki trafoyu Filistinlilere ulaştırmaya çalışıyordu.
Mavi Marmara olayı, Ortadoğu’nun Nazi rejimi İsrail’in 1948’den bu yana süren katliamlarından sadece birisidir. 1930’larda Siyonist terör örgütlerinin İngiliz emperyalizmi ile kol kola gerçekleştirdiği katliamlardan, 1948’de Deir Yasin başta olmak üzere Nekbe’nin birer parçası olan katliamlarına, 1982’de Lübnan’daki Sabra ve Şatilla katliamına, 2008 ve 2014 yıllarındaki Gazze bombardımanlarına ve tüm bu yıllar boyunca Filistin halkına yönelik sistematik saldırılarına kadar tüm gördüklerimiz, Filistinliler başta olmak üzere bölge halklarının karşısında bir terör devletinin dikildiğini gösteriyor.
Varlığı katletmekle, etnik temizlikle, ırkçılık ve ayrımcılıkla özdeşleşmiş olan bu oluşum yıkılmadıkça, bu katliamlara yenilerini ekleyeceğini anlamak için kahin olmaya gerek yok! Nitekim son olarak içinde bulunduğumuz Mayıs ayında bu Siyonist oluşum Kudüs’teki etnik temizlik operasyonlarına sessiz kalmayan Filistinlilere tekrar saldırdı ve 250’den fazla Filistinli’yi katletti.
Bu gayrımeşru oluşuma, Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırıp yardım görevlilerini katletme, Gazze’de sivil halkı bombalama ve yine Gazze’de Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü eylemlerine katılan sivilleri keskin nişancı ateşiyle öldürme cesaretini verenler kimlerdir? İleride tarih kitaplarının Nazi rejimi ile birlikte anacağı bu vahşeti kimler desteklemekte, kimler bunu engellemek için boş laflar dışında adım atmamaktadır?
Liste uzun! Kuşkusuz en başında da emperyalistler var. Mavi Marmara’dan sonra da, son Gazze saldırısından sonra da bunların ağzından hep aynı sözler duyuldu: “İsrail’in kendini savunma hakkını savunuyoruz!”. Bu söz bir parola gibidir. Meali de şudur: “Siyonistleri kınar gibi bir takım sözler söyleyeceğiz, ama esasen katliamlarını destekliyoruz!”. Peki ya Filistinlilerin kendilerini savunma hakkı? Toprakları işgal edilmekte olan bir halkın kendisini savunma hakkı yok mu? Ona gelince emperyalizmin sözcüleri sus pus oluyor. Çünkü biliyoruz ki, İsrail bunların bölgedeki karakoludur, temsilcisidir; üstelik bazılarının sandığı gibi batı emperyalizminin insan hakları aşkı, bölgedeki çıkarlarından hep daha geridedir.
Listenin ikinci sırasında gerici Arap rejimleri var. Bunlar, Filistin halkının bir an önce teslim olmasını, böylece hem İsrail ile ticaret yapabilmeyi hem de Filistin halkının mücadelesinin kendi sultaları altındaki emekçi halkları hareketlendirmesi tehdidini bertaraf edebilmeyi istiyorlar. BAE ve Bahreyn, sonrasında da Fas ve Sudan bu yolun yolcusu oldular. Mısır zaten Gazze ablukasının faillerinden. Suudi Arabistan ise normalleşme için sırada bekliyor. Bunlar İsrail ile normalleşirken, Filistin halkının bundan çıkarı olacağını söylüyorlardı. Siyonist İsrail, bunun kocaman bir yalan olduğunu ispatlamakta gecikmedi. Bugün Gazze’de katledilen 250 Filistinli’nin kanı tüm gerici Arap rejimlerinin eline bulaşmıştır.
Listenin sonunda, emperyalizm ve Siyonizmin Filistin’deki icraatlarına anca lafta karşı çıkıp, gerçekte ise hiç bir şey yapmayanlar var. Bunların en öne çıkanı ise, ülkemizdeki AKP istibdadıdır. Mavi Marmara konusunda AKP hükümetlerinin korkunç bir sicili vardır. Bu katliamdan sonra İsrail ile ilişkileri kesmiş görünüp, İsrail ile ticarî ve askerî ilişkileri sürdüren AKP hükümeti, 2016 yılının Aralık ayında İsrail ile o dönemde Türkiye mahkemelerinde görülmekte olan Mavi Marmara davasını düşürecek bir antlaşma imzalayarak İsrail ile işbirliğini bir üst seviyeye taşımıştı. Amaçları, İsrail’in Filistinlilerden çaldığı doğalgazın Avrupa’ya satışında rol alabilmekti. Mavi Marmara katliamında yakınlarını kaybedenlerin itirazları üzerine Erdoğan “giderken bana mı sordunuz?” diyebilmiş, AKP’li gazeteciler Mavi Marmara davasını savunanlara ekranlardan “manyak” deme cüretini kendinde bulmuştu.
Dahası da var! Bu antlaşmanın altında iki ülkenin başkentleri olarak Ankara ve Kudüs görünüyor, dolayısıyla Türkiye, aslında Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu yalanını Trump’tan da önce zımnen kabul ediyordu. Aradan geçen beş yılda İsrail’in Filistin halkına yönelik yeni saldırıları nedeniyle ilişkiler görünürde yeniden bozulsa da, ticarî, askerî ve istihbarî ilişkiler bundan hiç etkilenmedi. En önemlisi, bölgede İsrail’in kalkanı, gözü kulağı konumundaki İncirlik Üssü, Kürecik radar üssü gibi merkezler faaliyetini sürdürdü.
Ama dahası da var! İçinde bulunduğumuz ay Şeyh Cerrah’a yönelik Siyonist saldırılar ve Gazze’nin İsrail tarafından bombalanması sırasında sert tepki gösterdiği iddia edilen AKP hükümetinin aslında saldırılar başlamadan önce, İsrail ile normalleşmenin ilk adımı olarak İsrail enerji bakanı Steinitz’i Haziran’da Türkiye’ye çağırmış olduğu anlaşıldı. Bunun adı suçüstü yakalanmaktır! AKP hükümeti bir kez daha İsrail ile temelde bir meselesi olmadığını, Filistin meselesinin de her yakıcılaştığında iç politika malzemesi yapacağı bir mesele olduğunu kanıtlamıştır.
Oysa yapılması gereken, İsrail ile tüm diplomatik ilişkilerin kesilmesi, İsrail ile yapılan ticarete bir son verilmesi, askerî ve istihbarî antlaşmaların feshi, Türkiye hava sahasının ve limanlarının İsrail uçak ve gemilerine kapatılması, Filistinlilere yönelik katliamlarda dahli bulunanlara yönelik yaptırımlara gidilmesi ve bunların varsa Türkiye’deki malvarlıklarının dondurulmasıdır. Ayrıca, Libya’da, Suriye’de, Ukrayna’da emperyalist taşeronların silahlandırılması bırakılarak, Filistin direnişinin silahlandırılması konusunda adımlar atılmalıdır.
Sayın basın mensupları, Filistin halkının dostu emekçi halkımız,
Mavi Marmara davasının gerçek sahipleri, son İsrail saldırısına karşı İsrail’in konsolosluk binalarının önünde, şehir meydanlarında, tersanelerin önünde, fabrika avlularında Filistin halkının yalnız olmadığını haykıran emekçi halkımızdır. Zira Filistin davası onların da davasıdır. İsrail’i her dilden, inançtan, memleketten Ortadoğu halklarının başına musallat eden emperyalizm Amerikan dolarıyla, NATO ile, İncirlik ve Kürecik üssüyle onları da esaret altında tutmaktadır. Filistin halkının emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadelesi, onlar için bir fener vazifesi görmektedir.
Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin dostları olarak, nehirden denize özgür, demokratik, laik ve sosyalist bir Filistin’in kurulması için tüm Filistin dostlarını mücadeleye çağırıyoruz!
İsrail yıkılmadan, Emperyalistler kovulmadan, emekçi halka hürriyet yok!
31 Mayıs 2010 tarihinde Siyonistlerin saldırısına uğrayan ve mürettebatından 10 kişi alçakça katledilen Mavi Marmara gemisi, emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadele edenler için bir turnusol kağıdıdır. Bugün Filistin’in yanında görünen istibdad rejimi, 2016 yılının Aralık ayında bir avuç doğalgaz için Mavi Marmara davasını düşürecek bir antlaşma imzalayarak İsrail ile işbirliğini yoğunlaştırmıştı.
Geçtiğimiz günlerde Şeyh Cerrah’a yönelik Siyonist saldırılar ve Gazze’nin İsrail tarafından bombalanması sırasında “sert” tepki gösteren AKP hükümetinin aslında İsrail ile normalleşmenin ilk adımı olarak İsrail enerji bakanı Steinitz’i Haziran’da Türkiye’ye çağırdığı anlaşılmış, istibdad rejimi bir kez daha suçüstü yakalanmıştı.
Emperyalizm ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları olarak, Mavi Marmara katliamının 11. yıldönümünde hem Siyonist İsrail’i hem de onun açık ve gizli dostlarını telin etmek üzere İstanbul’da bulunan İsrail Konsolosluğu önünde toplanıyor, Filistin halkının tüm dostlarını basın açıklamamıza davet ediyoruz.
Siyonist İsrail yine Mescid-i Aksa’ya ve Filistinlilere saldırdı. Yine Filistin halkı için kutsal öneme sahip bir mekânda ses bombaları ve plastik mermiler kullandı. Yine yararlıların kaldırıldığı hastanelere baskın düzenleyip, tıbbi tedavi alması gereken Filistinlilere saldırdı. Yine bütün yaptıklarının yanına kâr kalacağını bilmenin getirdiği küstahlık ve kendini bilmezlikte yeni bir seviyeye ulaştı.
Hükümet yine olayı kınayan, kabul edilmez bulduğunu dile getiren hamaset siyasetine sarıldı. Yine Siyonist işgal güçlerine karşı en ufak bir yaptırımın adı bile anılmadı. Yine İsrail’in uluslararası alanda en çok çekindiği “İsrail’e Boykottan” söz eden yok. Yine İşgalci Siyonistlerin Türkiye’deki elçisinin gönderilmesinden bahseden yok. İşte Siyonizm’in en çok güvendiği de budur.
Bugün kameralar önünde sesler yükselir, Filistin davası nutukları atılır. Türkiye’de ve Ortadoğu’da İsrail’e duyulan haklı öfke ve tepkinin gazı alınır ve hemen sonrasında mazlum Filistin Halkının gazının nasıl çalınıp pazarlanacağına dair pazarlıklar başlar. Çok geçmeden Siyonist rejimle kırılan ticaret rekorlarıyla övünülür.
Artık yeter! Filistin Halkının işgal altında bulunan kendi topraklarında yaşadığı zulüm artık yeter! Siyonist rejimle her türlü ticareti, işbirliğini yapıp, askeri harcamalara kullanacağı milyar dolarlık ticaret anlaşmalarıyla övünmeniz artık yeter! Bu halkın Siyonizm’e öfkesinden, Filistin halkına duyduğu yakınlıktan faydalanıp Siyonist rejimi finanse eden anlaşmalarınız artık yeter!
Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları olarak bir daha tekrar ediyoruz. İsrail Ortadoğu’ya yerleşmiş bir kanser hücresidir. Bu kanser hücresiyle kurulacak her türlü ilişki onu besler büyütür.
Siyonizm illetinden kurtulmak için:
İsrail’e ticarî, siyasî ve kültürel alanda Boykot!
Sözde elçi derhal kovulmalı, İsrail’le tüm diplomatik ilişkiler durdurulmalıdır.
Kahrolsun Siyonizm, Yaşasın Nehirden Denize Özgür Filistin!!!
Palestine Vaincra (Filistin Kazanacak) Kolektifi üyesi değerli yoldaşlar,
“Emperyalizme ve Siyonizme karşı Filistin dostları” olarak size en içten dayanışma duygularımızı iletmek istiyoruz. Siyonist oluşum, Filistin halkına ve Filistin’deki kahramanca direnişi desteklemeye cesaret eden tüm yapılara karşı açık bir terör kampanyası yürütüyor. Kolektifinizin karşı karşıya bulunduğu kapatılma tehdidini de Samidun’a karşı başlatılan kampanya gibi Filistin sınırlarını aşan Siyonist saldırganlığın alçak bir örneği, Siyonistlerin ve Macron hükümeti gibi Siyonist uşaklarının kampanyasının bir parçası sayıyoruz. Değerli yoldaşlar, Siyonist oluşumu hangi yöntem gerekiyorsa onunla yıkacağımız güne kadar, mücadelenize koşulsuz desteğimizi iletmek isteriz.
Toprakları gayrimeşru Siyonist İsrail’in işgali altında bulunan Filistinliler, 1976’dan bu yana her 30 Mart’ı Toprak Günü olarak kutluyorlar. O yıl, İsrail Filistinlilere ait geniş arazilere el koyma kararı almış, Filistinliler sokağa dökülmüş ve bir genel grev ilan etmiş, İsrail güçleri grev ve eylemlere saldırıp 6 Filistinliyi katletmiş, 50 kişiyi yaralamış, 300 kadarını da tutuklamıştı.
Ancak Toprak Günü, sadece bir anma gününden ibaret değil. Filistin halkının siyasî ajandasında önemli bir yeri olan, Filistin halkının birliğini, işgale karşı çıkışını ve boyun eğmeyişini sembolize eden, deyim yerindeyse bir birlik günü. Zaten 1976 yılındaki eylemler de, sadece yeni toprak ilhaklarına karşı değil, bir bütün olarak işgale karşı bir yanıt niteliği taşımaktaydı.
Bugün, Filistin halkı o zamankinden çok daha büyük toprak işgalleri ile karşı karşıya. Filistin’in tamamında ya doğrudan Siyonist işgal ya da ölümcül bir Siyonist abluka söz konusu. Filistinlilerin bu şartlar altında fiilen kullanabildikleri arazi, tarihî Filistin’in %15’ine tekabül ediyor. Sayıları bine yaklaşan yerleşime ise Yahudi olmayanların bırakın yaşamayı, girmesi dahi yasak. Elbette milyonlarca Filistinli de ülkesinden uzakta, sürgünde yaşamayı sürdürüyor. İsrail ne Filistinli mültecilerin çektikleri acıları umursuyor, ne de Birleşmiş Milletler’in Filistinli mültecilerin dönüş hakkını garanti altına alan 194 sayılı kararını dikkate alıyor. Bu gayri meşru oluşum pandemi koşullarında da işgali genişletmeyi ihmal etmiyor. Kirbet Humsa el-Favka bölgesinden geçtiğimiz aylarda 72 Filistinli zorla çıkarıldı. Şeyh Jerrah bölgesinde yaşayan 200’e yakın Filistinli bu ay içinde topraklarından sürüldü.
İsrail bölgemizi kan gölüne çeviren, milyonlarca insanı katleden, bölgenin petrolünü bölge halklarının yoksulluğu ve sefaleti pahasına gasp eden emperyalizmin bir karakoludur. Bu karakol tarihin hiçbir döneminde bu kadar iyi tahkim edilmemişti. Bu yüzden, Siyonizme ve emperyalizme karşı Filistinlilerin verdikleri mücadele yalnızca toprakları elinden alınmış bir halkın değil, hepimizin mücadelesidir.
Bugün, bölgemizde yeni ve hiç de hayırlı olmayan gelişmelerin ilk emarelerini görüyoruz. Emperyalistler ve Siyonistler İran’a karşı gerici ittifaklarında saflarını sıklaştırıyorlar. Türkiye’de ise Mısır’la diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması çabaları ile İsrail’le normalleşme girişimleri el ele yürüyor. AKP iktidarı dün Mısır diktatörü Sisi’ye karşı Mısırlı muhaliflere kol kanat geriyordu şimdi kendi yandaş yayın organlarında muhaliflere karşı sansür uyguluyor. “Yerli ve millî” maskeli asker-sivil Siyonizm destekçileri Türkiye’nin neden İsrail’le dost olması gerektiğini bir süredir yazıp çiziyor konuşuyorlar. Biz bu filmi daha önce izledik. Siyonist “enerji bakanı” ile Berat Albayrak’ın pozlarını ve Mavi Marmara davasının düşürülmesini de, Siyonist İsrail ile aralıksız ve artarak süren ticareti de, askerî ve istihbari işbirliklerini de unutacak değiliz!
Emperyalistlerin ve Siyonistlerin karakolunun bekçi köpekliğini yapmayacağız! İsrail yıkılana dek mücadele edeceğiz! Yeni toprak günleri olmasın, Filistin halkı artık zafer günlerini kutlasın diye, onların onurlu mücadelesini desteklemeye devam edeceğiz!
Siyonist propaganda aygıtları İsrail’in Filistinlilere yönelik ayrımcı politikalar uygulamakta olduğu gerçeğinin üzerini örtmeye çalışırken, Siyonist İsrail hükümeti bu kez Koronavirüs’a karşı halkın aşılanması konusunda kendisinden bekleneni yaptı ve milyonlarca Filistinli’yi aşılama sorumluluğunu yerine getirmedi.
Geçtiğimiz 25 Aralık’ta İsrail Savunma Bakanı Gantz, İsrail’in elindeki “fazla” aşılardan 100.000 dozu, 19 farklı ülkeye dağıtacağını duyurdu. Bu büyük “yardımseverlik”, Siyonist İsrail’in aşı satın alma konusunda yeterli kaynağa sahip olmayan uluslar ile dayanışmasına değil, “aşı karşılığında diplomatik destek” olarak adlandırılabilecek bir mantığa dayanıyor. 19 ülke arasında ABD emperyalizminin İsrail’e yönelik açık çek politikasını izleyerek elçilik veya temsilciliklerini Kudüs’e taşıyan Çek Cumhuriyeti ve Guatemala gibileri olduğu gibi, İsrail’in benzer diplomatik girişimler için peşinden koştuğu başka ülkeler de var.
Buna karşın işgal altında tuttuğu 5 milyon Filistinli için Siyonist İsrail’in bu tür bir planı bulunmuyor. Hatta Siyonistler, Filistin nüfusunun aşılanması için hiç bir şey yapmayacaklarını açıklamış bulunuyorlar. Oysa Cenevre Konvansiyonu’nun 56. maddesine göre, Batı Şeria ve Gazze’deki nüfusun bu tür bir salgında aşılanması İsrail’in (yani bu toprakları işgal etmiş bulunan gücün) sorumluluğunda.
Siyonistlerin aşılama ihtiyacı duydukları tek Filistinli grup, 48 topraklarına her gün çalışmak amacıyla giren 130.000 işçi. Bunlara bir de, Filistin sağlık sisteminin Koronavirüs nedeniyle %100 kapasiteye ulaştığı haberlerini takiben Batı Şeria’ya yollama sözü verdiği 5.000 aşıyı eklemek olanaklı. Ancak bu 5.000 aşının bugüne kadar sadece 2.000’i Filistinlilere verildi.
Filistinlilerin şimdiye kadar aldıkları aşılar ise başka kaynaklardan sağlandı ve deyim yerindeyse sembolik miktarlarda. 7 Mart 2021 itibariyle Batı Şeria’da yaşayan 3 milyon kişi için Filistinlilerin elinde Rusya’dan gelen 10.000 doz Sputnik aşısı ve İsrail’in verdiği 2.000 doz Moderna aşısı var. 2 milyon nüfuslu Gazze’ye ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından (elbette Muhammed Dehlân’ın PR faaliyetinin bir parçası olarak) 20.000 Sputnik aşısı yollanmış, 2.000 Sputnik aşısı ise Filistin Özerk Yönetimi tarafından aktarılmıştı. Son olarak, 18 Mart 2021’de Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX adlı, yoksul ülkelere aşı yardımını organize eden programınca 37.440 Pfizer ve 24.000 Astrazeneca aşısı Filistin’e ulaşmış durumda.
Bu arada, Filistin halkının içerideki düşmanı işbirlikçi Filistin Özerk Yönetimi’nin aşı dağıtım karnesi de hiç iç açısı değil. Çoğu kaynak, şeffaf yönetilmeyen bu süreçte aşıların ekseriyetle yönetimdekiler ve ailelerine yapıldığı iddiasında.
5 milyon Filistinli 100.000 dozun altında aşı için sıraya girmişken, Filistin halkının yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yiyerek serpilmiş ve ileri olanaklara sahip bir sağlık altyapısı kurabilmiş olan Siyonist İsrail, dünyada “nüfusunun” en büyük bölümünü aşılamış “ülke” olmakla övünüyor. Bir yandan da pandemi koşullarında Batı Şeria’da, Şeyh Cerrah gibi yerlerde yüzlerce Filistinli’nin evlerini yıkma politikasını aralıksız sürdürüyor.
Buna tıbbî başarı değil, tıbbî Apartheid denir! İsrail Apartheid’in her türlüsü gibi, bunu da dünyanın gözünün içine baka baka, emperyalistlerin desteğinin sağladığı utanmazlıkla yapıyor.
Tutsaklarla Dayanışma ve İnsan Hakları Örgütü Ed-Damîr, geçtiğimiz günlerde sitesinde bir açıklama yaparak Filistinli Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) üyesi ve Filistin Meclisi üyesi Halide Jerrar’ın adil yargılanma hakkının İsrail askerî mahkemesi tarafından bir kez daha çiğnendiğini duyurdu. Ed-Damîr’in açıklamasına göre askerî mahkeme 1 Mart 2021’de Jerrar’a 24 aylık bir hapis ve 4.000 şekel para cezası verdi. Jerrar, 31 Ekim 2019’da İsrail’in Filistinli militanlara ve üniversite öğrencilerine yönelik o dönem yürüttüğü saldırıların bir parçası olarak tutsak alınmış, Siyonistler o günden bu yana hakkında asılsız suçlamalar ileri sürmeye devam etmişlerdi.
Ed-Damîr’e göre, İşgalci İsrail, Filistinlilerin siyasî bağımsızlığına kavuşması ve kendi kaderini tayin hakkını kullanmasını engelleme planının bir parçası olarak, Filistinli siyasîleri sistematik bir biçimde hedef almayı sürdürüyor. Askerî mahkemenin Jerrar hakkında vermiş olduğu karar da, İsrail askerî yargısının kapsamlı bir Apartheid sistemi yaratılmasındaki rolünü gözler önüne seriyor.
Siyonistlerce hedef alınan Filistinli kadın önder Halide Jerrar, 1994 ve 2006 yılları arasında Ed-Damîr Mahkumlarla Dayanışma ve İnsan Hakları Örgütü’nün yöneticiliğini yürüttükten sonra, 2006 yılında Filistin Meclisi’ne seçilmiş, o tarihten bu yana bu mecliste mahkumlar komisyonunun başkanlığını yürütmüştü. Jerrar, ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin izlenmesi için oluşturulan Filistin Ulusal Komitesi’ne de atanmıştı.
Ed-Damîr, açıklamasında, İsrail askerî yargısının yasadışılığının, adil yargılama hakkının ihlalinin çok ötesinde olduğunu vurgulayarak, bu mahkemelerin oluşturulmuş olmalarının ve yaptıkları yargılamalarının kendisinin uluslararası hukuk ilkelerinin vahim bir ihlali olduğunu belirterek, uluslararası toplumu İsrail işgaline ve Filistin halkını hedef alan Apartheid rejimine son vermek ve Filistinli siyasî tutsakların derhal salıverilmesini sağlamak için uluslararası hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı.
Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları olarak, İkinci İntifada’nın 20. yılı, Sabra ve Şatilla katliamlarının 38. yılı vesilesiyle, Trump’ın “100. Yılın Anlaşması” adı altında giriştiği, sadece Filistin halkına değil tüm bölgeye esaret ve kan getirecek emperyalist plana ve İsrail’le normalleşme çabalarına karşı İsrail’in Levent’te bulunan sözde konsolosluğu önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdik.
Türkçe, Arapça ve İngilizce “Trump’ın emperyalist Planı ve İsrail’le normalleşmeye hayır! Yaşasın İntifada!” yazılı bir pankartla gerçekleştirdiğimiz eylem boyunca Emperyalizme ve Siyonizme karşı Filistin halkıyla dayanışma adına “Nehirden denize özgür Filistin”, “Elçi defolsun ilişkiler kesilsin”, “Siyonizm yenilecek direnen Filistin kazanacak” sloganlarını attık.
Platformumuzun sözcülerinden Kutlu Dane’nin yaptığı konuşmanın tam metnini sizlerle paylaşıyoruz:
Değerli basın mensupları, Filistin halkının sevgili dostları,
Bugün Filistin meselesine dair iki önemli yıldönümü ve bir dizi güncel gelişme vesilesi ile bir kez daha İsrail’in sözde konsolosluk binasının önündeyiz. Amacımız, Filistin halkının topraklarına geri dönüş hakkına olan desteğimizi bir kez daha ilan ve işgalci İsrail’i ile birlikte ABD emperyalizmini ve tüm emperyalist/Siyonist işbirlikçilerini tel’in etmektir.
Siyonistler son dönemde artan bir biçimde, 1948 yılında başka bir halkı topraklarından sürerek kurdukları sözde devletlerinin ne kadar medenî, ne kadar modern olduğu propagandasını ne yazık ki başarıyla sürdürüyorlar. Arkamızdaki konsolosluk binası, pek çok kirli işinin yanı sıra ülkemizde bu tür bir faaliyetin sürdürülmesinde de görev yapmakta.
Oysa gerçek böyle değil.
Bundan 38 yıl önce, o dönem Lübnan’da işgalci olan Siyonist İsrail ordusunun kuşatma altına aldığı, Filistinli mültecilere ait Sabra ve Şatilla kamplarında İsrail’in müttefiki Falanjistler tarafından bir katliam gerçekleştirildi. Siyonist İsrail ordusunun gözetiminde kampa giren Falanjistler, 3.000’in üzerinde Filistinli mülteciyi burada katlettiler. Katliam sürerken, kampı kuşatmış bulunan İsrail ordusu, katliamcıların işini kolaylaştırmak için kampın üzerine aydınlatma fişekleri atıyor, sivil halkın kamptan çıkmasını engelliyordu.
İsrail ve hempaları, bu katliamı, Filistinli direniş gruplarının yapılan antlaşma dolayısıyla Lübnan’ı terk ettiği ve henüz bu kampları koruması beklenen uluslararası birliklerin göreve başlamamış olduğu bir kaç günlük sürede yapmıştı. Yani ortada planlı bir alçaklık söz konusuydu.
Öyle bir alçaklık ki, Siyonistlerin 1948’de bu halkı topraklarından sürdükleri yetmemiş, Filistinlileri kaçarak sığındıkları kamplarda da yıllar sonra bulup katletmişlerdi. Bu bir etnik temizlik denemesiydi ve ilhamını hiç kuşku yok ki Alman Nazizminin uygulamalarından almaktaydı. Nazilerin katlettiği Anne Frank bugünleri görebilseydi, kendilerini Yahudi halkının temsilcisi sayan bu barbarların eminiz ki yüzüne tükürür, kampta katledilen Filistinli kardeşlerinin yasını tutardı.
Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliam, Filistinlilerin geri dönüş hakkına bir saldırıydı.
Ancak Filistin halkı boyun eğmedi! Daha 1930’lu yıllardan başlayarak Siyonistlerce işlenen Sabra ve Şatilla benzeri nice katliamları yaşadıktan sonra Filistinli direniş örgütlerinin öncülüğünde, tüm dünyaya örnek olan ve ilham veren bir mücadeleye girişti. Bu mücadeleyi 1987 ve 2000 yıllarında iki büyük halk isyanı, Biladüşşam’daki adıyla intifada ile taçlandırdı. İçinde bulunduğumuz hafta, aynı zamanda bunların ikincisinin, 28 Eylül 2000 tarihinde başlayan İkinci İntifada’nın da yıldönümüdür. Bu muazzam başkaldırı sırasında 4.000’den fazla Filistinli Siyonistlerce katledilmiş, henüz ayaklanmanın ikinci gününde 11 yaşındaki Muhammed Durra’nın babasının arkasına saklanmış haldeyken Siyonistlerce katledilmesi tüm dünyaya Siyonizmin ne biçim bir barbarlık olduğunu bir kez daha göstermişti.
2. İntifada, Filistinlilerin geri dönüş haklarını elde etmek için yaptıkları bir kalkışmaydı.
Ancak Filistin halkı intifadalarda topraklarına dönmek için sayıları binlerle ifade edilen şehitler verirken, Filistin önderliğinin bir kısmı, gayrimeşru İsrail Devleti’ni tanımak ve bunun sopası altında Filistinlilere devlet görünümlü bir zillet yaşatmak için çoktan girişimlere başlamışlardı. İhanet Enver Sedat’ın Mısır’ı ile başladı. Yasir Arafat bu trene 80’lerde bindi. Oslo süreci adı verilen görüşmelerin sonucunda, bugün Filistin Özerk Yönetimi adında, İsrail’in Batı Şeria’daki pis işlerini yapan bir kurum var! Emperyalizm ve Siyonizm ile gerici Arap rejimleri bazen açıktan bazen perde arkasından iş pişirdikçe, Filistin halkının topraklarına dönme ümidi de, bölge halklarının İsrail adlı emperyalist karakolundan kurtulma şansı da giderek zayıflamaktaydı. Bugün, ABD emperyalizminin tam olarak emir eri haline gelmiş pek çok Arap devleti, Enver Sedat’a rahmet okutacak bir şekilde, Siyonist oluşumun varlığını kabul ederek, daha ileri, daha büyük alçaklıklara kapı aralıyorlar. Trump’ın “yüzyılın antlaşması” adını verdiği, Filistinlilere toprakları karşılığında Arap petrollerinden biraz para ve Filistin toprakları içinde küçük adacıklar veren antlaşmasının gerçekleşmesi ve kendilerine ABD silahları verilmesi için Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, İsrail ile “normalleşme” adı verilen antlaşmalar imzaladılar. Sırada muhtemelen Umman, bir süre sonra da Suudi Arabistan var.
Normalleşme adı verilen bu rezillik, Filistinlilerin geri dönüş haklarına açık bir saldırıdır.
Ama, arkamızdaki binanın Siyonist sakinleri, işin bu kadar kolay olacağını sanmasınlar. Filistin halkı boyun eğmemeye, biz de bu halkın yanında olmaya devam edeceğiz. Bunu anlamak için, Manama’nın, Kahire’nin ve diğer pek çok Arap kentinin sokaklarına dökülen Siyonizm karşıtı göstericilere, Latin Amerika’nın, Avrupa ve ABD’nin metropollerinde yapılan İsrail karşıtı gösterilere bakmaları, esir tuttukları Filistinli mahkumların kıramadıkları direncini hatırlamaları yeter!
Filistin halkının geri dönüş hakkı için mücadelesi sürecek! İsrail yıkılana dek!
Buradan, iktidara da sesleniyoruz. Kızdığınız Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, aslında bu “normalleşme” girişimleri sonucunda sizin uzun zamandır bulunduğunuz noktaya gelmiş bulunuyorlar. Şimdilik dahası değil! Biz Filistin dostları, bir kaç yıl önceki Türkiye-İsrail normalleşmesini de, yıllardır katlanarak artan ticaret rakamlarını da, iki ülke arasındaki istihbarî ve askerî işbirliğini de, Mavi Marmara davasının düşürülmesini de unutmuş değiliz. Artık Filistin halkını Doğu Akdeniz’in doğalgaz pazarlıklarında kullanmayı bırakın! Size defalarca söylediğimiz gibi, elçiyi kovun! İsrail ile ticareti durdurun! İsrail ile her türden işbirliğine bir son verin!
Sözlerimize son verirken, bugün burada, Samidoun Filistinli Esirler Dayanışma Ağı’nın başını çektiği, aralarında bizim de yer aldığımız bir dizi Filistin dostu örgütün çağrısı vesilesi ile bulunduğumuzu belirtmek isteriz. Biz, Siyonist İsrail yıkılana dek Türkiye’de Siyonistlerin ensesinde olmayı, uluslararası alanda Filistin halkının talep ettiği dayanışmayı göstermeyi, Siyonizme ve emperyalizme karşı sonuna kadar savaşmayı sürdüreceğiz!
Sürdürelim ki, yeni Sabra ve Şatillalar olmasın. Sürdürelim ki, Siyonist İsrail’in tabutuna çivi çaktığımız, denizden nehire özgür, laik, demokratik ve sosyalist bir Filistin’i kurduğumuz bir son intifadayı görelim!
30 Haziran günü Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin merkezinde, İsrail konsolosluğu yakınlarında, çeşitli sol parti ve örgütler İsrail’i protesto etmek için bir araya geldi.
İsrail Konsolosluğu’nun önünde yapılması planlanan ve gerekli izinlerin alındığı gösteri, konsolosluğun önündeki İsrail taraftarı mitingi bahane eden Helsinki polisi yüzünden planlanandan birkaç yüz metre ötede yapıldı.
‘İşgal sona erecek’, ‘İşgalci İsrail gidecek, Filistin Filistinlilerin olacak’, ‘Nehirden denize Filistin özgür olacak’ sloganlarının atıldığı gösteride İsrail’i protesto eden konuşmalar yapıldı.
Marksist İşçiler Birliği (MTL) ve Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları örgütlerini temsilen Muzaffer Ege Alper de söz aldı. Yakından geçen bazı İsrail taraftarlarının ve faşistlerin provokasyon çabalarına rağmen miting programa uygun olarak sürdü ve olaysız bir biçimde sonuçlandı.