“Her şeyi geride bıraktık!” – 75. Yılında Nekbe

Fatma Ebu Dayya, ailesi Yibna’daki evlerini terk etmek zorunda kaldığında 7 yaşındaydı. (Rami Bolbol)

1947-49 yılları arasında 750.000 ila bir milyon Filistinli, Siyonist milisler tarafından bir daha geri dönmemek üzere zorla topraklarından sürüldü.

Filistin’in yerli halkını terörize eden katliamlarda yüzlerce köy ve kasaba yok edildi, binlerce Filistinli öldürüldü.

Katliamdan yetmiş beş yıl sonra, tanık neslin birçoğu artık aramızda değil. Ancak bazıları Arapça “felaket” anlamına gelen Nekbe’nin öyküsünü anlatmak için hâlâ hayatta.

Bugün 82 yaşında olan Fatma Ebu Dayya, 1948 yılında ailesi Siyonistler tarafından ele geçirilen köyleri Yibna’dan kaçmak zorunda kaldığında 7 yaşındaydı. Yibna köyü, Remle’nin 15 kilometre güneybatısında yer alıyor.

“Babam, evimizin anahtarını ve bazı giysileri aldı, sonra da eşeklerin çektiği bir arabaya bindik. Önce Aşdod’a gittik,” diyor The Electronic Intifada web sitesine. Fatma Ebu Dayya, Aşdod’a giden yolu “çok uzun ve aşırı kumlu” olarak hatırlıyor.

Ancak Aşdod da güvenli değildi. “Aşdod ve civar bölgeler de hava saldırılarına maruz kalıyordu, bu yüzden oradan ayrılıp Gazze’ye gitmek zorunda kaldık.”

Aile en sonunda Fatma’nın çocukluğunun geçeceği bir mülteci kampında, Gazze’nin Beyt Lahya bölgesinde durdu.

“Nekbe kelimesini düşündüğümde yüreğim sızlıyor. Hiçbir şey yerinden edilmek, kendi anılarından ve hayatından koparılmak kadar kötü hissettiremez.”

Yibna narenciyeleri, zeytin ve palmiye ağaçları ve tatlı su kaynaklarıyla meşhur bir yerdi. Fatma da çiftçi olan babasına yardım ederdi.

“Topraklarımızın kokusunu çok özlüyorum. Biz ayrıldıktan sonra babam portakal ve üzüm ekinlerine geri dönme hasretini hiç yitirmedi. O geri dönme umudunu hiç kaybetmedi.”

İnsanların yaklaşan Siyonist milislerden nasıl kaçtıklarını, bazılarının bombalardan kaçmak için her şeylerini geride bırakarak yalınayak koştuklarını capcanlı bir şekilde hatırlıyor.

Fatma’nın ailesi tanık olduğu trajedilere rağmen, yerlerinden edilmelerinin geçici olacağından emindi.

Bugün Fatima’nın 10 torunu var ve bir gün Yibna’ya dönmeye kararlı.

“Her sabah torunlarıma Yibna’daki çocukluğumla ilgili öyküler anlatıyorum ve onları Yibna’nın tarihi hakkında eğitiyorum. Onlara ne kadar basit ama mutlu günlerimiz olduğunu anlatıyorum.”

İsrail yalnızca topraklarını çalmakla kalmadı.

“İsrail tarihimizi ve anılarımızı çaldı. Torunlarıma Filistin’in onların değil bizim vatanımız olduğunu öğretmek benim görevim.”

Şair

Hasan el-Deryavi, torunlarına Hayfa’daki evlerini anlatıyor. (Rami Bolbol)

83 yaşındaki Hasan el-Deryavi Hayfalı. Ailesi tehcir edildikten sonra onlar da Beyt Lahya’ya yerleşmişler.

Emekli bir Arapça öğretmeni olan Hasan, ailesi Hayfa’yı terk etmek zorunda kaldığında 8 yaşındaymış.

“Evvela Siyonist milisler Kermil Dağı civarını işgal etti. Sonra tüm bölgeyi bombalamaya başladılar.”

Hasan ve ailesi yanlarına yalnızca taşıyabilecekleri eşyalarını alarak kaçmışlar.

“Babam birkaç gün sonra döneceğimizi düşündüğünden, içine temel eşyalarımızı koyduğumuz küçük bir çanta hazırladı yalnızca. Anımsayabildiğim kadarıyla ben de okul çantamı ve topumu almıştım. Diğer her şeyi geride bıraktık; toprağımızı, evimizi, paramızı ve hayallerimizi. Kendimizi bile orada bıraktık, bir gün geri döneceğimiz umuduna tutunarak.”

Babası o günlerde ticaretin merkezi olan Hayfa limanında çalışıyordu. Bir tarih meraklısı olan Hasan, Hayfa limanını ele geçirmenin Siyonistler için bir öncelik olduğunu, çünkü kentin Akdeniz bölgesine açılan bir kapı olarak stratejik bir konuma sahip olduğunu belirtiyor.

“Hayfa tarihi boyunca ticari ve askeri olarak son derece önemliydi. Bu yüzden sömürgeciler de hep bu şehri istedi” diyor The Electronic Intifada‘ya.

Hasan, birinci sınıfı Hayfa’daki El Vidad İslami Okulu’nda okumuş.

“Şahit olduğum en korkunç durum okulumun yerle yeksan olmasıydı. Siyonistlerin okulumu topçu atışlarıyla bombaladığı anı hâlâ hatırlıyorum.”

Hatırladığına göre Hayfa’daki son günler çok gergin geçmekteydi. Çatışmalar ve bombardıman yoğunlaştıkça, çocuklar sık sık koltukların altına sığınmak zorunda kalıyorlardı.

“Okulumuza gidebilmek için her gün kız kardeşlerimle birlikte uzun bir mesafeyi yürürdük. Okula varana kadar kurşunlardan saklanmak ve sokaktan sokağa koşturmak zorundaydık.”

İsrail, Gazze’yi dünyanın geri kalanından tecrit etmeden önce; Hasan, 1980’lere kadar öğrencilerini kimi zaman Filistin’de gezilere götürürdü.

“Bir gün Hayfa’yı da ziyaret ettik ve öğrencilerime evimin olduğu yeri, arkadaşlarımla futbol oynadığım ve dabke dansı yaptığım yerleri gösterdim. Keşke orayı tekrar görebilsem.”

Hasan, kimi zaman Hayfa hakkında şiirler yazıyor ve torunlarına daima Hayfa’yı hatırlatıyor.

“Biri bana görünmezlik pelerini verse, gizlenip Hayfa’ya giderim. Her karış toprağını, sokaklarını ve limanını hayal etmeye devam edeceğim. Her birimizin içinde derin bir yara var ve geri dönmedikçe bu yara asla iyileşmeyecek.”

Hayatta Kalan

Süleyman Hamdan, ailesinin Gazze’deki bir mülteci kampına nasıl sığındığını berrak bir şekilde hatırlıyor. (Rami Bolbol)

Bugün 81 yaşındaki Süleyman Hamdan, 1948 yılında altı yaşındaydı. Beş erkek ve dört kız kardeşiyle birlikte büyüdü.

O zamanlar dul olan Süleyman’ın annesi, köyleri Mağar’ı terk etmek zorunda kaldı; bu da zorlu yolculuk sırasında evlerinden, eşyalarından koparılmaları ve hatta Süleyman’ın kendisini de geride bırakması anlamına geliyordu.

Süleyman’ın annesi bir solunum yolu hastalığından muzdaripti ve zorlu yürüyüş sırasında sürekli tıbbi yardıma ihtiyaç duyuyordu. 1948’de Mağar’da Siyonist milislerin saldırısına uğradıktan sonra evini terk etmek ve Tiberya bölgesindeki Mecdel’e taşınmak zorunda kaldı.

“Annem için Mecdel’e olan uzun yolculuğu tek başına idare etmek çok güçtü. On çocuğu vardı ve beni yanına almayı unutmuştu. Neyse ki komşularından biri beni aldı ve anneme geri getirdi.”

Ancak Mecdel de kısa süre sonra saldırıya uğradı ve aile tekrar kaçmak zorunda kaldı. Daha da güneye doğru kaçtılar ve Gazze’nin hemen güneyindeki Refah’a ulaşana kadar da durmadılar.

Süleyman bugünlerde Mağazi mülteci kampında yaşıyor.

Süleyman uzun yıllar İsrail’de işçilik yaptı. Hatta bazen Mağar yakınlarındaki bir köy olan Yazur’da da çalışırmış.

Orada mazisinin acı hatıraları peşini bırakmazdı. Yine de kendi köyüne hiç gidememiş.

Kardeşinin ve Mağar’daki daha pek çok kişinin başına gelenleri ise hâlâ canlı bir şekilde hatırlıyor.

O günlerde köyün yakınlarında Britanya ordusuna bağla bir bölüğün konuşlanmış olduğunu hatırlıyor ve The Electronic Intifada’ya anlattığına göre, Britanya bölüğü kampı terk etmeden evvel yerel halkı kampı ele geçirmeleri için ikna etmeye çalışmışlar.

Ancak bu bir tuzaktı: 1920’lerden 1940’lara kadar Filistin’i idare eden Britanyalılar, kampta saklanan bir grup Siyonist’e silah ve mühimmat vermişti. Filistinli köylüler kampa vardıklarında üzerlerine ateş açıldı.

Süleyman’ın hatırladığına göre 25’ten fazla genç oracıkta katledildi. Kardeşi Mahmud da o gençlerle birlikteydi ancak kurtulmayı başardı.

Bu katliamın ardından Mağar halkı kaçtı.

Süleyman’ın babası köyün muhtarıydı. Dedesine 1880’lerde Osmanlı ordusunda hizmet ettiği için verilen 50.000 metrekareden fazla portakal bahçesine ve bir de su kuyusuna sahipti.

Süleyman, “Hiçbir eşyamızı yanımıza alamadık,” dedi. “Savaştan sonra topraklarımıza dönmeyi umut etmemize rağmen, yerinden edilen hiç kimse bunu yapamadı. Mülklerimiz yitip gitti. Babamın en çok özlediği şey su kuyusuydu.”

Geleneklerinizden ve tarihinizden vazgeçmeyin. Süleyman şimdi gençlere bunu nasihat ediyor.

“Her zaman köklerinize bağlı kalmalısınız,” diyor. “Onlar sizin geçmişinizdir; geleceğinizi şekillendirirler.”

Yasmin Ebusayma, Gazzeli serbest yazar ve çevirmendir.

The Electronic Intifada sitesinden çevrilmiştir.

Orjinali için: https://electronicintifada.net/content/we-left-everything-behind-nakba-75/37766