Ilan Pappe
Kitaplarımdan birinde ‘unutulmuş Filistinliler’ olarak adlandırdığım bir Filistinli topluluk, neredeyse günlük bir vaka haline gelmiş olan cinayetler de dâhil olmak üzere yeni tür bir etnik temizliğe maruz bırakılıyor. Dünya medyasının karşı karşıya kaldıkları zulme hiç ilgi göstermediği bu Filistinli azınlık ’48 Arapları olarak biliniyor ve İsrail nüfusunun yaklaşık %21’ini (1.900.000) oluşturuyor (bu sayı, 1980 ve 1981’de Yahudi devletince yasadışı bir şekilde ilhak edilmiş olan Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’nde yaşayan Filistinlileri kapsamaz).
’48 Arapları ya 1948 etnik temizliği sırasında topraklarından sürülen ancak daha sonra İsrail’e dönüşecek olan devletin sınırları içinde kalanlar ya da 531 köyün yok edildiği bu etnik temizliğin uzanmadığı 100 köyde yaşayanlardı. 1966’ya kadar, bir yıl sonra Batı Şeria ve Gazze’de de olduğu gibi, katı bir askeri yönetime tabiydiler. 1948 Araplarına dayatılan askeri yönetim yerini daha sonra bir diğerine; en temel insan haklarını ihlal eden ve ayrımcı apartheid rejimine bıraktı.
Sorunun Kökleri
2023’ün başından beri, çoğu genç, yaklaşık 160 Filistinli, bu topluluğa terör uygulayan suç çetelerince katledildi. Bu, her ay 20 Filistinlinin hayatını kaybettiği anlamına geliyor (her ay 680 Britanya vatandaşının suç çetelerince öldürüldüğünü düşünün). Taş atan gençleri dakikalar içerisinde, savaşçıları ise bir iki gün içerisinde yakalayan İsrail polisi ve güvenlik birimleri, hem liderlerinin hem de cinayetleri işleyenlerin isimleri herkesçe bilindiği halde, bugüne kadar bu çetelere hiç dokunmadı. Bunun nedeni de elbette yine herkesçe biliniyor.
Bu suçluların çoğu, Oslo anlaşmalarının imzalanmasından sonra, işgal altındaki bölgelerden yani Batı Şeria ve Gazze’den tahliye edilen, İsrail Güvenlik Servisi’nin (Shin Bet) eski işbirlikçileridir. Kim oldukları bilinmesine rağmen hiçbir engelle karşılaşmadan silah tedarik edebilen bu eski işbirlikçi yeni suçlular ‘koruma sağlama’ bahanesiyle halktan zorla para alıyor ve kamu ihalelerine de müdahale ediyor. Koydukları kurallara uymayanları ölümle tehdit ederken, çıkarları çatıştığında birbirlerine de şiddet uyguluyorlar.
Ancak bunlar sorunun yalnızca bir tarafıdır. İşsizliğin yüksek olduğu, gençlerinin istihdamına ve kültürel gelişimine yönelik yatırımlara kaynak ve alan tahsis edilmeyen bu topluluğun genç üyeleri çetelerin çekim alanına giriyor. Batış Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki gençler ahlaki bir tercih yaparak suça bulaşmak yerine silahlı direnişe katılıyorlar; tıpkı Apartheid rejimine karşı mücadeleye katılan Güney Afrikalı gençler gibi. Ancak bu, ’48 Arapları topluluğunun parçası olan gençler için bir seçenek değil. Topluluğun, kurtuluş için İsrail içinde silahlı mücadeleye girişilmemesi kararına bağlılıklarını hâlâ koruyorlar. ’48 Araplarının silahlı mücadeleyi şimdilik bir seçenek olmaktan çıkaran bu kolektif, stratejik ve anlaşılabilir tutumu, acımasız çetelere katılmayı cazip hale getiriyor.
Filistinliler, Afrikalı Amerikalılar
Bu, FBI’ın, ülkedeki beyaz üstünlüğüne karşı oluşturduğu tehditten ürktüğü Kara Panterler ve diğer Afrikalı-Amerikalı siyasi hareketlerin yükseldiği dönemdeki duruma benziyor. Bu hareketlerin yasadışı ilan edilmesi, üyelerinin tutuklanması/öldürülmesi ve ağır uyuşturucuların şehir içlerine kadar girmesinin önünün açılması, Afrikalı Amerikalılar arasında bir çete kültürü yarattı.
İsrail’de olduğu gibi, çeteler hayatın bir gerçeği haline geldi ve yine tıpkı İsrail’deki gibi, Reagan sonrasında yani çeteleri yaratan bu uğursuz politikalar uygulamaya konduktan sonra, çözüm üretmek de gerekiyordu. Clinton döneminde çözüm ‘normal vatandaşlar ile çetelerin hâkim olduğu bölgeler arasına insan bariyeri örmek oldu. Bunun için polise geniş kaynaklar ayrıldı. Sosyal hizmetler için altyapının genişleteceği de söyleniyordu, ki bu, sorunları kısmen çözebilirdi. Ancak neoliberal Amerikan kapitalist sistemi bu yatırımları hiçbir zaman yapmadı. Siyonist hükümetler de aynı sözleri verdi. Pratikte ise çok az şey yapıldı. Aksine, ‘liberal’ hükümetlerin izlediği politikalar yoksulluğu ve işsizliği arttırdı. Çete kültürü, bu hükümetlerin nezaretinde büyüdü ve bugünkü halini aldı.
Daha Geniş Bir Strateji
Netanyahu’nun mevcut aşırı sağcı hükümeti döneminde, uluslararası ilgi ve tepki gerektiren acil sorunlar ortaya çıktı. İsrail’in şu anda izlediği politika, Siyonizme en başından beri içkin olan daha geniş bir stratejinin bir parçasıdır: yaşam koşullarını Filistinliler için katlanılmaz hale getirmek ve böylece tarihsel Filistin’in olabildiğince büyük kısmını içinde en az sayıda Filistinli kalacak şekilde ele geçirmek. Bu strateji, etnik temizliğin, Siyonist kolonyalist yerleşimci projesinin genel mantığına uygun başka bir biçimdir. Önceki hükümetler de bu politikayı takip ettiler. Fakat bu kadar açıktan ve yoğun bir saldırı söz konusu değildi.
Bugün suçla mücadelenin başında kendisi suçlu olan biri yer alıyor: İtamar Ben-Gvir. Ulusal Güvenlik Bakanlığı görevini yürüten bu aşırı sağcı siyasetçi, tüm Filistinlilerin zor kullanılarak yerinden edilmesini savunan ırkçı Meir Kahane’nin takipçisidir. 1994 yılında, El Halil şehrindeki İbrahim Camii’nde dua eden Filistinli Müslümanları katleden Baruch Goldstein’in de hayranıdır.
İçe Çöküş ve Birlikte Yaşama
’48 Arapları arasındaki suç faaliyetlerinin yoğunlaşmasının önüne geçmenin yolu, tarihsel Filistin’in sömürge olmaktan kurtarılması ve özgürleştirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. İsrail’in disütopik bir geleceğe doğru, bariz ve geri döndürülemez yürüyüşü, nihayetinde bir içeriye doğru çöküşle sonuçlanacaktır. Ancak bu, uzun bir zamana yayılabilir. Bu nedenle, uluslararası örgütlerin yanlış bir varsayımla İsrail’in içişleri meselesi olarak gördüğü ’48 Araplarının durumu konusunda dünyayı uyarmak önemlidir. ’48 Arapları, tıpkı kolonyalist yerleşimci bir rejimce yönetilen herhangi bir yerli halk gibi, uluslararası hukuk ve insan haklarıyla alakadar tüm insanların gündeminde olmalıdır.
İsrail ayrımcı politikalarına rağmen, çete şiddeti yakında Yahudilerin yaşadığı yerlere de sıçrayacaktır. Ancak, bu şiddet, sonuçta, Rashid Kahlid’in ‘Filistin Savaşı’nın Yüzyılı’nda parlak bir biçimde tasvir ettiği gibi, Filistinlilere yönelik şiddetin bir parçasıdır. Bu korkunç şiddetin yöneldiği insanlar, İsrail’in kurulmasından önce, yeryüzündeki en barışçıl toplumlardan birini oluşturuyordu. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerin 1948 öncesinde barış içinde bir arada yaşaması bunun kanıtıdır.
Birlikte yaşamanın tarihsel seyri, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan dekolonizasyon sürecinin, bu sürecin geçmişteki bazı talihsiz aşamalarından daha barışçıl olacağını gösteriyor. O zamana kadar, elimizdeki tüm imkânlarla, Filistinlilerin temel insan haklarına saygı göstermesi için İsrail’e baskı yapmalıyız.
Yazının orjinali için: https://www.palestinechronicle.com/the-implosion-ahead-the-israeli-hand-in-palestine-48-criminal-gangs/